Kendinize bu kitabı okumadan önce bu kitaptan bir cevap alma niyetiyle şu iki soruyu sorabilirsiniz: 1) Biz nasıl bir dil içinde varlığımızı sürdürüyoruz? Bu sorunun ciddi cevaplarından biri bu kitabın bizatihi kendisini ortaya koyarak sunduğu cevaptır. Ki mevcut dile aşinalık bugün kendi düşünce dünyalarına hapsolmuş sanatçı felsefeci bilimciler ve hiç şüphesiz dinciler için çok farkına varamadıkları bir hastalıktır. 2) Ya da şöyle de sorabilirsiniz: Bir insan mevcut dil içinde varoluşsal kaygılarının üstünü örtmeksizin Tanrı'sıyla kedisiyle ötekiyle ve başkasıyla çevresi ve cemaatiyle (akademi de dahil) sevgilisiyle sanatla felsefeyle bilimle ve dinle nasıl ilişkiler içerisindedir? Elbette bu soru için de; kurgudan yani kurulmuş olan bir perspektiften ya da idealleştirme kastı taşıyan bir perspektiften değil; bu metin aracılığıyla mevcut dil içinden ve bu dili de serimleyen bir cevap bulacağınıza inanıyorum. Bu iki sorunun da cevabını vermeye aday bir yazarın altına girdiği zorluk ise bütün bu söylediklerim dışında ayrıca dikkate değer ve takdiri hak ediyor. Çünkü: her ne kadar akademik kalpazanlık "mahalle baskısı" ifadesini yine akademi içinden birine (Şerif Mardin) ait diye literatüre sokmaya hak görüp; "el alem denilen bir put var" ifadesi akademiden birine (İsmet Özel) ait değil diye literatürden içeri almamışsa da; "Engizisyon" hem "mahalle baskısının" hem "el alem denilen putun" engizisyonuna rağmen kaleme alınmıştır. Evet biz Müslümanların tarihinde ve dininde engizisyon yoktur ama sözü edilen put ve baskı bu işlevi tarih boyunca hatta bazen devlet eliyle bile yerine getirmiştir. Dolayısıyla metin bir yandan var olan mevcut dilin engizisyonunu ifşa ederken ve onun engizisyonunda yargılanabileceğini göze alırken diğer yandan mevcut dile karşı da kendi engizisyonunu geliştirmeyi başarmış görünüyor.