İmân-amel ilişkisi gerek kulun Allah ile olan münasebetleri gerek diğer insanlarla olan ilişkileri ve gerekse kulun kendi iç dünyasında kendisiyle barış ve huzur içinde yaşaması açısından son derece önemli bir husus arz etmektedir. Bu nedenle bu mesele Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis-i şerierde bir bütün olarak ele alınmış iman-amel birlikteliğine şiddetle vurgu yapılmıştır. Diğer taraan Kelâm ekollerinin doğuş sürecini de etkileyen bu meselenin erken dönemlerden itibaren Müslümanlar arasında tartışıldığını görmekteyiz. Ancak tarihi süreç içinde bu hususta aşırıya giden fırkalar olmuştur. Bu fırkaların radikal tutumları ise tekfir sorununu da beraberinde getirmiştir. İmanın zıttı olan küfür amelin karşıtı olan fısk ve amelsizlik ile ifrat seviyesinde ilişkilendirilerek amel işlemeyen veya günah işleyen kimseler kâfir veya fâsık olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan bu uç din yorumuna tepkisel olarak doğan imân ve amel arasındaki ilişkiyi neredeyse- yok sayan başka uç din yorumları da ortaya çıkmıştır. Bu iki ifrat ve tefrit anlayışlar arasında daha uzlaştırıcı/vasat ekoller ortaya çıkmıştır. Daha sonra Ehl-i Sünnet âlimleri olarak anılacak bir zümre orta bir yol takip ederek ameli imânın aslî değil fer'i bir cüzü saymışlardır. Bununla birlikte amelikâmil imânın bir şartı kabul ederek amel-imân birlikteliğine şiddetle vurgu yapmışlardır. Ehl-i Sünnet bu yaklaşımıyla bir yandan teorik olarak amel terkedenleri küfürle suçlamazlarken diğer yandan da pratikte amel ve imânın birbirlerinden ayrılmayacağını savunarak amelde ve ahlâkta gevşekliğe sebep olacak yaklaşımdan uzak durmayı amaçlamışlardır. Çünkü pratikte imân-amel bütünlüğünün bozulması insanlarda amelî ve ahlâkî gevşekliğe bu durumun ise toplumda ahlâkî çöküntüye ve çürümeye sebep olmaktadır. Böyle bir durumun ise Allah'ın muradına aykırı olduğu apaçık ortadadır.Elinizdeki bu eserde Mâturîdî'nin iman-amel arasındaki ilişki ile ilgili görüşleri esas alınarak bu konular detaylı olarak irdelenmektedir.
Muhabbetlerimle...