Tabuların ve sömürünün kaderle özdeşleştirildiği coğrafyada "Ermeni Hristiyan bir baba ve Müslüman Kürt bir annenin" son çocuğu olarak dünyaya gözlerimi açtım. Bir kanadım Kafkaslar'ın zemheri soğuğunda üşürken öbür kanadım Akdeniz'in nemli ve boğucu havasında alın teriyle sulandı. Emeğin ilk cemresine Karasal iklimde son cemresine ise bereketli Çukurova topraklarında şahit oldum. Coğrafyanın acı ve korkulu gülüşü ile yoğruldum. Çocuk olduğum bir yaşta çocuk sahibi oldum.
Her seher vakti Karataş sabahlarında yanık sesli bir imamın ezanı ve zorbalığın ağ babası bir ağanın torununun ağlama sesiyle uyandım. Bir yandan felaha çağıran ebedilik öte yandan hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanoğlunun acizliğini bu iki ses sayesinde anladım.
Tüm bunlara rağmen yine de seher vaktine karşı bir kabullenemeyişin anlamsız mücadelesinden vazgeçemedim. Tıpkı atam Sebuh'un yaptığı gibi...