Parodinin soy kütüğünü araştırma çabası bizi ister istemez sanatın kökenine dair temel bir tartışmaya doğru çeker. Orada bütün sanatların özünün insan doğasında temellenen taklit içtepisine dayandığını fark ederiz. Kökenini "kendilik"te "kendini ikiye çoğaltmak"ta bulan sanatın ülkesinde düşünce özgürce kanat çırpar. Orada sanat olan ile olmayanın birlikteliğine şahit oluruz. Her ikisi özgür oyunda yurt tutar. Eser birbiri üzerinde tahakküm kurmaya çalışan bu iki karşıt unsurun birlikteliğinden doğar. Madde ile biçim arasındaki dengeden türeyen eser taklit edilenden öte bir şeyi düşünülür/duyulur kılar; başka olanı ifşa eder.
Hipponaks Hegemon Aristofanes gibi şairlerden bugüne dek geleneği temellük ederek çağın ethosuna yerleşen taklit ettiği şeyi dönüştürürken başka olanı açığa çıkaran parodi yalnızca edebi eserin değil bütünüyle estetik üretimin yakıtı hâline gelir. Baudelaire'in flâneur'ü gibi parodist de çağdaş sanatın bütün pasajlarında gezinir. Kültürün habitus'una açılan bütün mecralar parodistin stüdyosu (studium) olup çıkar. Şiirde müzikte sinemada görsel sanatlarda mimaride hatta felsefede kurucu ve yıkıcı bir güç olarak iş gören parodik imgelem en entelektüel verimlerden kitle kültürüne kadar uzanan geniş bir sahaya nüfuz eder.