Alparslan gözleri yaşlı ellerini yere indirdi. Çevresini kuşatan komutanlarına baktı. Onların yüzlerindeki kararlı ifadeleri gördü.
"Ne garip öyle değil mi?"
Emirler sesini yükselten sultanı pür dikkat göz hapsine aldılar.
"Ne garip... Elli yıl mı? Belki yetmiş yüz yıl sonra... Bugün şu gözümden sakındığım ordunun bir tek neferi yaşıyor olmayacak. Bir dağ başında mı? Issız bir sahrada? Talana uğramış köy mezarlığında... Adı sanı unutulmuş birer ölü olacağız. Mezar taşlarımız bile zamanın açlığını bastıramayacak. Mezar taşı mı? Bir mezarımız bile olmayacak belki ardımızdan gözyaşı dökecek yakınımız dahi kalmayacak; ocağımızı tüttüren evladımız... Ne garip öyle değil mi? Cihanı kendine hayran bırakan şu koca orduyu ayaklarımızın altında titrettiğimiz toprak yutuverecek. Alparslan atından inip kolanını sımsıkı bağladı eyer ve gemini düzeltti. Daha sonra atına bindi ve yüreğini pekleştirdi ordusunu düzene soktu ve askerini dörde ayırdı. O her bölüğü bir pusuya yerleştirdi. Daha sonra yanında Cebrail olduğu halde hareket etti.
Bundari (Zübdetü'n-nusra ve Nuhbetü'l-usra)