Annelikle ilgili adaletsizlikler hemen her yerde olmasına rağmen çok fazla dikkatimi çekmiyordu. Ancak Hocam Prof. Dr. Gülriz Uygur'un koordinatörlüğü olduğu Ankara Üniversitesi İnsan Hakları Hukuk Kliniği'nin bir parçası olan Hapishaneler Hukuk Kliniğin'de yer alan öğrencilerle birlikte Ankara Sincan Kapalı Kadın Cezaevindeki tutuklu ve hükümlü kadınlara hukuki bilgilendirme yapıyorduk. Biz cezaevinde eğitim öğretim faaliyetlerinin yapıldığı birimde bilgilendirme çalışmalarımızı tamamlayıp çıkacakken bir kadın beni sınıfın en köşesine götürdü. Çocuğunu öldürmüş olduğunu çocuğunun babasının kendisine tazminat davası açtığını kendi babasından kalan ve hapishaneden çıktıktan sonra kendine yaşam kurmakta kullanmayı düşündüğü miras payını kocası tazminat davasını kazanırsa kocasına vermek zorunda kalıp kalmayacağını sordu. Bir süre dondum kaldım; ben donup kalınca kadın çocuğunu cinnet anında öldürdüğünü söyledi. Hapishaneden ayrıldıktan sonra bu olayın etkisiyle medyada çocuğunu öldüren annelerle ilgili haberlere daha fazla dikkat etmeye başladım. Zira "bir anne kendi çocuğunu nasıl öldürebilir?" sorusu aklımdan hiç çıkmıyordu. Sonrasında çocuklarını öldüren çocuklarını terk eden çocuklarına cinsel istismarda bulunan annelerle ilgili öyküleri romanları hatta makaleleri fırsat buldukça okumaya başladım. Ancak ne yazık ki bu annelerin sayısı tahmin edildiği kadar az değildi. Bu nedenle cezaevlerinde çocukların öldüren anneler üzerine bir çalışma yapmak istiyordum. Ancak bu çalışmanın ön hazırlığını yapabilmek için görece daha zor marjinalleştirilebilen annelik deneyimlerini araştırırken makbulleştirilen annelikler bağlamında da annelerin yaşadıkları adaletsizlerin tahminimden daha farklı boyutları olduğunu anlamaya başladım. Hatta makbulleştirilen annelikler bağlamında adaletsizliklerin onların çocuklarını da es geçmediğinin farkına vardım.