Kitabıma bütün okuyucuların içtenlikle yanıt vermesini istediğim şöyle bir soruyla başlamak istiyorum: Aydın deyince ne anlıyoruz? Böyle temel bir soru karşısında çoğumuzun zihninde "ülkenin sorunlarına çözüm bulmaya çalışan halka yol gösteren okumuş insanlar canlanır". Oysa bu tanım gerçeğin yalnızca küçük bir kısmını karşılar. Hepimizin dertleri ortakmış hepimiz aynı ihtiyaçları paylaşıyormuşuz gibi bir ön kabule dayanır. Gerçekte bakıldığında emek yoluyla geçimini sağlayan geniş toplum kesimlerinin aydınlardan umudunu yitirmiş olmasının altında söz konusu tanımın nesnel gerçeklikle uyuşmazlığı yatmaktadır. Toplumu işlevsel olarak bütünleşmiş parçalardan oluşan bir bütün olarak düşündüğümüz böyle düşünmeye alıştırıldığımız için aydınların halka yabancılaşmasını aydının kendisinden kaynaklanan bir sorun olarak değerlendirme eğilimindeyizdir. Gerçek şu ki aydın tanımı sınıfsal boyut kazanmış toplumsal-gerçekçi bir temel içinde anlam kazanmaktadır. "Kendisini toplumun sorunlarına çözüm bulmaya adayan okumuş kişi" tanımındaki yetersizliği böylesine gerçekçi bir toplumsal zemine basarak aşabiliriz.