Türkiye'de akademik tarih zamanla içine kapandı. Bugünse kriter fetişizminin pençesinde kıvranıyor. Yeni kuşak tarihçi adayları akademik kariyerleri için puan toplamanın peşindeler. Nitelik çok az kimsenin derdi olarak kaldı. Kimse kimsenin ne yazdığı ile ilgilenmiyor. Akademi tez danışmanının tezi okumadığı jüri üyelerinin adayı danışmanın insafına bıraktığı "körlerin ve sağırların oyun sahası" oldu. Bütün bunlara rağmen "bârika-yı hakikât müsademe-i efkârdan doğar" düsturuna sahip insanların varlığı çölde serap gibi içimizi ferahlatıyor.
Elinizdeki kitap; Türkiye'de yaşanan bu çöl kuraklığı durumuna inat hem barikatı hakikat için hemdertleri çoğaltmak hem de daha insani bir tarih yazımı için yürütülen bir çabanın ürünüdür.
Malum olduğu üzere hakikat güneşi fikirlerin çarpışmasından doğar. Ancak fikirlerin çarpışabilmesinin ön koşulu; düşüncelerin özgürce ifade edilebilmesinden geçer. Türkiye'de ne öncesi ne de şimdiki kuşaklar fikirlerini özgürce tartışabildiler. Bârikayı hakikat hayal olarak kaldı. Buna rağmen yaralarımızı iyileştirmek için hemdertlerin çoğalması lazım. Tarih salt övünmek ya da geçmişi yargılamak için değil kendimizi ve zamanımızı anlamak için yazıldığında değer kazanacaktır.