Bizim tabur üç bölükdü. Karabük Demirçelik Fabrikası'nın tam karşısındaydı. Gece fabrika bacalarından inanılmaz bir ateş yükselirdi. Biz doğrudan Safranbolu alayına bağlıydık. Bölüğümüz çok güzel olsa da her tarafda fabrikanın zehirli dumanları hissediliyordu. Ben hem ASK (Askeri Silah Kullanamaz) hem de PDRM'li (Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi) hem de gazi çocuğuydum. Bizim bölüğün hepsi toplamaydı. Sabıkalı olduğumuz için üzerimize fazla gelmiyorlar ve sürekli kontrol altında tutuyorlardı. Elime eski SSK cüzdanları gibi bir şey vermişler içinde bizimle ilgili özet yazmışlardı ancak yemin törenine kadar bizleri çok rahat bırakmış ve el üstünde tutmuşlardı. Koğuşumuz çok güzeldi; bir bakıma hapishaneyi andırıyordu. Aradaki fark biraz daha disiplinli olmasıydı. Ancak kendimi fişlenmiş gibi hissediyordum. Zaten bölüğün büyük çoğunluğu RDM'li idi. Askerde buna Rahatına Düşkün Mehmetçik derlerdi ama gerçekte Rehabilitasyon Danışma Merkezi'ne giden demekti. Kendini kesen dövme yapan ya da sorunlu bütün askerlere bunu yapıyorlardı. Doğru gibi görünse de saçma bir uygulamaydı. Çünkü bu tür askerleri nöbet tutma ya da herhangi bir çalışmada muaf tutuyorlardı. Ben buna itiraz ettim. RDM doktoru bir astteğmendi; yanına çıktım. Benim gazi çocuğu olduğumu RDM diye bir fişlemeyi kabul edemeyeceğimi vücudumda herhangi bir dövme ya da kesiğin olmadığını söyledim. Komutan sivil giyinmiş olsa da gerçekte bir komutandı. Bana RDM'li olmamın beni rahatlatacağını başka kimselerle problem yaşamayacağımı söyledi ama ben zaten mahkum olduğum için fişlenmiştim ve kontrol altındaydım. Benim için böyle bir uygulamaya gerek yoktu. Beni RDM uygulamasından kaldırdılar ama yine de verdikleri 16 posta hepsi RDM'li idi yani Rahatına Düşkün Mehmetçik.
2. kitabım dan alıntı.