İmdat Avşar hikâyelerindeki varlıkların yoğun insanileşme eğilimleri ondaki yoğun nesneleşme eğiliminden kaynaklanmaktadır. Bu eğilim varlık ve nesnelerin diline karşı duyarlı bir ruh taşıyan yazarlara mahsus bir ayrıcalıktır. Böyle müstesna bir ruha sahip olan biri bu yetisini muhakkak keşfeder ama yazarken ama okurken. Hikâyelere bakınca Avşar'ın bu yetisini yazarken keşfettiği ileri sürülebilir. Zira öykü metinlerinde kelime cümle teşbih... Biçiminde akan söz nehrinin ardında birdenbire yatağından taşan bir baş gösterip bir kaybolan ayrı bir dil ırmağı daha görülür. Yazarın kuvve hâlinde olan bu yeni ırmağı öyküyü yazarken keşfettiği çok belirgindir. Şu hakikati de teslim etmelidir ki kuvve hâlinde olanı kuvve hâlinde olanla bulursunuz zira yatağını bulamayan su derya olmaz. İşaret ettiğimiz iki dil ırmağı arasında durmayan bir yazarın iki dilin çağıltısını aynı anda duyması mümkün değildir. Bu noktada şu hükmü rahatlıkla verebiliriz: Kişinin açık dilini nesne alanına ve nesnenin gizli dilini insani alana taşıyamayan hiçbir yazar büyük bir yazar olamaz. Büyük yazar olmanın şartı iki dil arasında köprü olmaktan geçer. İmdat Avşar'ın duyuş ve üslubunu belirleyen şey bu iki dil arasında yer alışıdır ve bu duruş öğrenilen bir şey değildir.
Prof. Dr. Ziya Avşar