Her günbatımı mazide kalan bir dün demektir. Zaman dünde yaşadıklarımızı bir hırsız edasıyla alıp götürür elimizden. Hayata yaşanılanlara gözümüzle kulağımızla şahit olduklarımıza dair dudaklarımızın arasından dökülen sözler ise içinde bulunduğumuz mekânın duvarlarına siner kalır da aşamaz yılları asırları...
Gün akşamlıdır velhasıl ömür ölümlü... Söz kanatlı...
Bugüne mana veren aslında dünde kalandır. Bu yüzden hassastır kulaklarımız ötelerde yaşanılmışları kayıt altına alanlara.
1925 yılında Fatih'te eski bir konak yavrusunda hayata "merhaba" diyen Necla Pekolcay'ın çocukluk yıllarını anlattığı sayfalar bir çocuğun yaşayabileceklerinden çok daha fazlasını barındırıyor satırlarında. Bahçeli cumbalı evleriyle eski İstanbul'un Sokak hayatını komşulukları bugün tarihi eser olarak bile gezme imkânımızın olmadığı konakların iç tanzimini elimizden uçup giden insani değerleri kadim terbiyenin bir insan şahsiyetini nasıl şekillendirdiğini vs. pek çok calib-i dikkat hadisenin satır arasından çıkarmak mümkün...
Bu hatırat aynı zamanda bir devrin bitiş bir devrin başlangıç hikâyesine de tanıklık ediyor.
Milletçe geçtiğimiz dar çemberlere 12 Eylül dönemine tanıklık ediyor.
Savaş yıllarında bir doktor olan babasının cephede yaşadığı insanı ağlatamadığı için güldüren tirajıkomik hadiseler bugün yaşadığımız hayatı daha kolay anlamlandırmamızı sağlıyor.
Taş mektepten o devirde en müstesna hocaların bir araya geldiği İÜ. Ed. Fakültesine uzanıyor eğitim yolları Necla Pekolcay'ın.
İstanbul Üniversitesinden mezun olan ilk kadın filolog olarak tamamlıyor doktorasını.
Bir eğitim gönüllüsü olarak hayata atıldığında; kâh Fransız mektebine kâh papaz okuluna kâh imam hatibe düşüyor yolu. Hepsinde aynı şevkle aynı sağlam prensiplerle hizmet veriyor karşısındaki genç kuşağa.
Ve son durağı İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü oluyor. Oranın ilk hoca neslinden ve ilk kadın hocalarından biri. İslâmi Türk Edebiyatı kürsüsünün ilk mübeşşiri...
İslam Ansiklopedisinin ilk çalışma grubunda yer alan mütevazı bir isim...
Ve daha pek çok şey...
Bu hatırat yalnızca bir insanın 80 yıllık ömründe şahit olduklarına değil aynı zamanda bir devrin hikâyesine tanıklık ediyor.
Ve belki de en önemlisi
Hayata "ben" merkezinden değil de "biz" cephesinden bakmanın ne demek olduğunu anlatıyor.