"Dörtnala atların çektiği kızakların izleri balıkların yarı karanlık göğünde birbirine örülmüş ve kıştan geriye kalan her şey nal izleriyle buzun derinine perçinlenmişti. Mevsim ne kadar uzunsa o kadar bulut sis ve tipi... Perçinli izleri daha da derine itmişti. Buz yüzeyine karalanmış hiçbir iz üstünde durduğu derinlikle birlikte okunmuyordu. Gökyüzü gittikçe ağırlaşıyordu izlerin üstünde.
Buz yıpranır yelle yırtılırdı. Suların karanlığı ilk bu çatlaklardan tüterdi göğe. Göldeki buza şimdi kalp atışı bile bir balyoz gibi ağır geliyordu. Dipteki karanlıkla gök arasındaki kabuk ne ara bu kadar incelmişti. Balıkçıların buzda açtıkları oyuklarda avladıkları balık buz üzerinde kendini suya bırakmak için nasıl çırpınıyorsa kadının yüreği de göğüs kafesinde öyle çırpınıyordu; ancak bu çırpınış o derinliğe düşmek için değil buzun üzerinde kalmak içindi."