Filistin coğrafyasında yaşanan zulümlere ilişkin yapılan açıklamaların ekseriyetinde konuya "Filistin Sorunu" diyerek giriş yapılıyor. Mevcut zulmü bu ifade ile konuşmaya başladığınızda ardına ekleyeceğiniz her kelam anlamını yitirecek zulmün asıl müsebbibini gölgelerde bırakacak ve çözüme dair atılan adımlarda zulmeden tarafı "hak sahibi" olarak muhatap kılacaktır. Aynı zamanda da zalim "sorunlu" olan tarafa dair söz söyleme hakkını kendinde bulacaktır.
Mezkûr coğrafyaya işgalci siyonistler gelip yerleşmeden ve nihayetinde işgalci İsrail varlığı kurulmadan evvel ortada "sorun" diye bir husus söz konusu dahi değildi. İslam'ın hakimiyeti ve Hilafet Devlet'inin himayesi altında o bölgede Müslümanlar Yahudiler ve Hristiyanlar huzur içinde yaşamış hiçbiri bir diğerine zulmetmemiş her birinin hakları tastamam İslam ile güvence altına alınmıştı. Haliyle orada sorun ve zulüm kavramları İslam nurunun çekilip yerine Bâtılın zifiri karanlığı çöktüğünde anılmaya başlandı.
"Filistin Sorunu" diye bir husus söz konusu değildir. Oradaki sorun; işgalci gasıp varlığın arkasına zalim devletlerin gücünü ve Müslümanların yaşadığı 57 ülkenin suskunluğunu alarak yaptığı "İşgal Sorunu"dur. Binbir türlü hile ve desiseyle o pak ve mukaddes topraklara yerleştirilmiş "İsrail Sorunu" vardır.
Üstelik bu zümre sadece bu bölgede değil tarih boyunca yerleşiği her bölgede sorun ve ifsadın kaynağı olmuştur. Bu kitapta tarihsel süreciyle birlikte sorunun kaynağı ve sahih çözümü anlatıldı.