Dinlerin dışlayıcı olmak yerine kapsayıcı ve kucaklayıcı bir biçimde birbiriyle barış ve uyum içerisinde yaşaması mümkün müdür? İnanç düzleminde birbirine zıt görünen hakikat iddialarını uzlaştırmanın medeniyetler ve kültürler arasında böylece sağlam bir köprü kurmanın ve istikbal için daha umut dolu ufuklar belirmenin yolları nelerdir? Ve daha önemlisi bütün bunları kendi inancımızdan ödün vermeden onu elastik bir nesne gibi eğip bükmeden ve böylelikle inanç sistemimizin temelini zayıflatmadan gerçekleştirmenin bir yolu var mıdır? İlk iki soru üzerinde çokça düşünülmüş ve ortaya çeşitli görüşler atılmıştır. Ama çoğu zaman düşünürler birbirinden farklı inanç sistemlerini uzlaştırmayı her bir inanç sisteminin kendinden ödün vermesi ve böylelikle kendi tabiatından uzaklaşması olarak algılamıştır. Elbette bu umumiyetle ters tepmiş ve maksattan uzak düşmeye sebep olmuştur. Bunun sebebi üçüncü sorunun ihmal edilmesidir. Bu birçok mümin için mühim bir sorudur: Kendi dinimizden uzaklaşmadan diğer dinler ile barış ve hoşgörü çerçevesinde temasa gelmeye imkân veren bir çoğulcu ortama nasıl sahip olabiliriz? Muhammad Legenhausen bahsi geçen meseleyi bu kitapta İslam zaviyesinden ele almakta ve İslami anlayışın bir hoşgörü ve dinî çoğulculuk ortamına nasıl zemin hazırladığını ortaya koymaktadır.