Âyetullah Humeynî'nin tarihin akışını paradigmatik bir şekilde değiştiren şahsiyetler arasında yer aldığı şüphesizdir. Bununla birlikte onu içinde bulunduğu çağdaki diğer devrimci şahsiyetlerden ayıran temel husus varlık bilincinin bir uzantısı olarak siyâsî bilinç ve yönelime getirdiği açıklamadır. Bu yolla o modern dünyanın dayattığı paradigmaya karşı koyar ve İslâm'ın tüm insanlık için aslî kaynak olduğunu vurgular. Bu kaynağın temelini ise İslâmî hükümlerin başı olarak nitelediği hükümet ve bu hükümetin merkezinde yer alan meşrû idâreci oluşturmaktadır.
Âyetullah Humeynî sömürge ve kültürel yozlaşmanın etkisindeki Müslüman halklara Büyük Osmanlı Devleti'ni hatırlatarak bu devletin sancağı altında toplanan Müslümanların ülkelerini Batı'nın tasallutundan korumayı uzun süre başardığını Batı'nın ancak bu devleti yıkabildikten sonra Müslümanlara hâkim olabildiğini söyler. Günümüzde ittihadın saltanatı tekrar etmekle değil Müslüman toplumu idâre etmede hak ve sorumluluk sâhibi olan âdil ve müttakî fakih ekseninde toplanılarak gerçekleşeceğini savunur. 1940'larda başlayan ve vefâtına dek süren mücadelesiyle Âyetullah Humeynî Velâyet-i fakîh düşüncesini salt bir teori olmaktan çıkararak ilâhî ve insani tercih arasındaki makası kapatıp İslâm tarihinin kesintiye uğradığı yerden yeniden akmasını sağlar.