Aslında bir değil iki değil bin Paris vardır. Başlangıçta Lutetia adıyla tanınmış sonraları Paris adıyla çok sevilen bir yer olmuş. İşgallerin savaşların yanı sıra sanatın medeniyetin odak noktası. Dünyanın en güzel caddeleri ve bahçeleri orada yapıldı en güzel saraylar orada kuruldu en büyük üniversiteler orada açıldı en büyük âlimler en büyük artistler orada yaşadı. Ve kadınlar... Onlar daima kadınlık kuvvetinin bütün dünyada canlı abideleri oldular. Gözleri gülen sarışın bir kadın siluetine bürüdüler Paris'i. İşte bu Fransız Paris'tir. Hayat kaynaklarının membaı güzel ve mağrur!
Haziran 1940'a gelindiğinde ise Paris işgal altında ve bambaşka manzarada. Boş bir vazo gibi bir tarafa atılmış içindekiler canlarının derdinden onu bırakmışlar kaçmışlar. İşte bu da Alman Paris'tir. Açlık soğuk sefalet ümitsizlik ve kan! Gözleri gülmüyor artık sarışın kadının ve feryat ediyor şimdi: "Ne olur ey tarih beni bir kere daha kurtar! Vatanımızı seviyoruz diye benimle öğünenler fakat kara gün gelince benim için dövüşmekten çekinenler sana baktıkça benden utansınlar!"
"Paris Cehenneminden Nasıl Kurtuldum?" Fransız Paris'te ün ve zenginlik sahibi olmuş bir kadının Rebia Tevfik Başokçu'nun hayatı dahil sahip olduğu her şeyin tehlikeye girdiği Alman Paris'ten kaçışını hikâye ettiği etkileyici bir kitap. Belgesel niteliğinde bir yazın. Arka fondan dünya ve genç Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kuvvetle yansıdığı bir kişisel tarih. Ayrıca bir aşk romanı kadar duygusal bir polisiye kadar heyecanlı. Okurken keyif alacak düşünecek kimi yerde üzülecek kimi yerde ise sevineceksiniz. Ancak her şekilde bugünden geçmişe doğru uzanan bu yolda eşsiz bir deneyim yaşayacaksınız.