Çocukluk günlerinde sabah erken saatlerde anneannemlerin Kaleiçi'ndeki evlerinin terasına çıkıp Kars'ın güne hazırlanmasını izlemek bambaşka bir zevkti. Toprak damlı bacalarda tüten dumanlar ahırlardan çıkıp nahıra katılan ineklerin telaşlı toplanmaları sabah havasıyla insanın ciğerlerine dolan bol oksijenli temiz kır havası atlar faytonlar işlerine gitmeye çalışan insanların manzaralarını pastoral bir tablo gibi izlerdim. Sabahın ilk ışıkları ardından güneş bu serhat şehrini aydınlatır ve yüzlerce yıllık tarihe tanıklık eden binalar güne merhaba derdi. Benim hemen her gün dikkatle içinde baktığım en sıradışı yapı şüphesiz ki Kars Kalesi'ydi. İnsanların bu kaleyi nasıl olup da bulunduğu yere yaptıklarını o yıllarda anlayamamıştım. Kale çok heybetli yapısı ve muazzam mimarisiyle çocuk havsalamda apayrı bir yer edinmişti. Yıllar sonra ne zaman Kars Kalesi'ne ait bir resim fotoğraf ve imge görsem çocukluk günlerime gider ve o güzel günleri hayal ederim. Kars'ın Arnavut kaldırımlı yolları faytonlara koşulu atların bu taşlar üzerinde çıkardıkları nal sesleri son derece etkileyiciydi. Birbirini kesen geniş ve bakımlı caddeler bu caddelerin sağına ve soluna yapılmış tarihi binalar Erzurum'dan çok farklıydı. Bu farklılık yalnızca mimaride değil insan manzarasıyla da kendini belli ediyordu. Farklı giysiler giyen ve farklı bir Türkçe ile konuşan insanlar bende her zaman merak uyandırıyor yakınımdakilere "Bunlar kim?" diye sormama sebep oluyordu. Şehir; Acem Karapapak Terekeme Çerkez Kürt Azerbaycanlı Alevi Malakan Rus ve Yerli vs. gibi bugün bile anlayamadığım bir insan mozaiğine sahipti. Bunlar son derece göreceli ve geçmişten gelen ayrımlardı. Ancak herkes birbirini tanıyor hangi gruba mensup olduğunu biliyor ve kardeşçe yaşıyorlardı...