İmânın şartı kelime-i tevhidi mânâ ve içeriğine inanarak söylemektir. Bu da 'dil' ile mümkündür. Dil kalbe inen yol mutluluğun da mutsuzluğun da anahtarıdır. Mü'minc yakışan bu anahtarı mutluluk yolunda kullanıp yaratılış gayesinde eskitmek; yaratıcısını razı edici kelimeler sarf edip O'nu gazaplandırmaktan sakınmaktır.
Ancak gel gör ki bunu hayata geçirmek bilinçli bir inanana bile zor ve ağır gelmektedir. Kavgalar sataşmalar kalpler kırıp gönüller yıkmalar... Acaba biz dilimize hâkim olabiliyor muyuz? Maalesef'söz ola kestire başı" Yunus menşeli özlü sözü yaşayıp yaşatmaktayız. Nerede yanlış yapıyor nasıl aldanıyoruz? Niçin bile bile sözlerimizin esiri oluyoruz? Gayeye götüren her yol mubahtır fikri İslâm ruhuna aykırı bir felsefedir. Seni sen yapan düşüncelerindir; bildiklerin ise atabildiklerin kadardır.
Artık nasihatçilerin hatiplerin hoca ve öğrencilerin anadillerini tüm detaylarıyla öğrenip ağız dillerini iyi yönlendirmeleri gerekmektedir. Çünkü toplumu aydınlatacak olanlar ancak bu sınıflardır.
Zaten ev halkından mahalle eşrafına; sınıftaki talebeden toplumun tüm kesimine kadar insanımız dil faktörünün din- devlet-insan üç sacayağı üzerindeki tesirinin az çok farkındadır.
Mesele farkındalığı olumlu olarak yansıtmaktır. Allah Teâlâ'nın sevgilisi efendimiz Muhammed ıfi "Kişi iki küçük uzvuyla; kalp ve diliyle değerlendirilir." buyurarak konuyu vecîz bir şekilde ne de güzel ifâde etmektedir değil mi? Lâl olaydım da demeyeydim; ah şu dilimi arılar ısıraydı da... bunlar nadimin nedamet naraları geçmişin hüsranları sık duyulan cümle parçacıklarıdır. Sıddik-ı ekber halife-i evvel Hz. Ebû Bekir r.a "Gün geldi ağladığım günlere ağladım." demesi gibi...