Gecenin alaca karanlığı gündüze dönmeye yüz tuttuğu siyah bulutların yavaş yavaş dağılmaya başladığı sırada hem içimi hem de bedenimi ısıtan güneş kendini göstermeye başladı. Her zamanki gibi işe gitmem gerekiyor. Ama bugün daha erken..!
Hazırlamam gereken malzemeler var. Ha neredeyse unutuyordum. Ben büyük bir otelin pastahanesin'de çalışıyorum. Gündüz tezgah'ta çalışıyorum ama haftada bir gün imalat yapıyorum. Bu yüzden 05'45'de kalkıp giyindikten sonra apartman'ın kapısından çıktım. Yirmi dakikalık yürüyüşten sonra iş yerime gelip kapıyı açtım ve içeriye girdim.
İmalatı yapmış ortalığı toparladıktan sonra bir süreliğine oturup istirahat ettim. Saat sekizi gösterdiği sıralarında sürekli malzeme aldığımız toptancı geldi. Onun getirdiği siparişleri o gittikten sonra yerlerine yerleştirirken kapı açıldı. İçeriye 45-50 yaşlarında bir bayan ve yanında tahmini 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu girdi. Tezgaha yakın bir masaya oturdular. Siparişlerini almak için yanlarına gittim.
"Hoş geldiniz. Ne arzu edersiniz?"
Kadın bozuk türkçesiyle
"Götürmek için dört tane pohça sarar mısın."
"Tabi ki" diyerek yanlarından ayrılıp tezgahın arkasına geldim. Yalnız dikkatimi çeken bir şey oldu. O güzel kızın bakışları bir tuhaf. Bana ve etrafa bakıyor ama o kara gözleri hep boşa bakıyor. Benim şaşkınlığımı fark eden kadın bozuk türkçesiyle
"Gözleri görmüyor. dedi."