Konumuz bize özgü tarihsel bir kavram olarak "İttihatçılık". Bize özgü diyorum çünkü onu bizim tarihsel evrim sürecimizden soyutlayarak kavramak ve bir yere oturtmak mümkün değil.
Kitabın başlığında "ittihatçılık" = "tarihsel devrimcilik ruhu" + pozitivizm demiştik. Buradaki bileşenlerden biri olan "pozitivizm" Batı kökenli bir kavram; onun ne olduğunu bir ölçüde herkes biliyor ama "tarihsel devrim-devrimcilik" kavramı öyle değil; onu bizim de içinde yer aldığımız ve yapılmasına katkıda bulunduğumuz antika tarihin akış sürecinden soyutlayarak anlamak mümkün değil. "İçeriye yönelik tarihsel devrimcilik ruhu" ise bu geleneğin yaşamı devam ettirme sürecinin nelere kadir olduğunun göstergesi olarak "kendini değiştirme" sürecinde bir tür "kültür ihtilalciliği" ("Batılılaşma") şeklinde anlam kazanması.
Elinizdeki çalışma bu iki kavram üzerinde yoğunlaşacak. Bizi ilgilendiren onların tarihsel ve felsefi içerikleriyle birbirleriyle olan ilişkileri ve etkileşimleri bu etkileşimin sonunda ortaya çıkan sonucun -yani bugünün gerçekliğini oluşturan bizlerin- varoluş ve gelişme diyalektiği.
Kitaba konuyla ilişkili gördüğüm iki diğer çalışmayı da koydum. Bunlardan birincisi "çok kültürlülük ve kimlik sorunu" üzerine; diğeri ise kültürel etkileşmeyle birlikte yeni bir kültürün ortaya çıkışına tarihimizden bir örnek...Bunu da "Şamanizm + İslam = Tasavvuf olarak açıklamaya çalıştım...
NE DERSEK DİYELİM TARİHLE HESAPLAŞMADAN DAHA İLERİYE GİDİLEMEZ!
Çünkü tarihle hesaplaşmak bir tür toplumsal psikoanaliz buna bağlı olarak da psikoterapi rolünü oynayacaktır bizim için!
Bütün çalışmalarımda hep altını çizmeye çalışıyorum neden bizde hep "Devleti korumaktan" ya da "kurtarmaktan" bahsedilir? Sadece Osmanlı'da da değil bugün bile azıcık sıkışsak neden hemen bir "beka" sorunu ortaya atılarak "Devleti nasıl koruyacağız-kurtaracağız" diyen birileri çıkar ortaya? Neden hep "beka" sorunu olan "korunmaya muhtaç bir Devletimiz" vardır! Ve de onu "koruyanlar" "kurtaranlar"!? Her şey bu uğurda yapılmış -halâ da öyle!- darbeler muhtıralar hep bunu için verilmiş! Bu neden böyledir nedir bu işin tarihsel toplumsal temelleri? Hiç düşündünüz mü bunları? Bugün halâ "sağcısıyla" "solcusuyla" "demokratıyla" "ilericisi" ve "gericisiyle" "Beyaz" ve "Siyah" Türkleri ile bütün cumhuriyet insanlarını içine alan bu ruh halinin esası nedir nasıl bir kültürel miras yatıyor bunun altında? Neden politikacılar iktidara gelene kadar "biz size hizmetkâr olmaya geliyoruz amacımız Devlet'i temel alan anlayışın yerine bireyi temel alan bir anlayışı koymaktır" diye bas bas bağırırken iktidara gelir gelmez hemen ağız değiştirerek Devletçi bir dil kullanmaya başlarlar! Nedir bu işin sırrı? Bir kısmımız (bunlara "Beyaztürk Mahalle" sakinleri deniyor) "İzmir'in dağları..." diye marşlar söylerken adeta başka bir dünyaya uçar gider de diğerlerimiz ("Siyahtürk Mahalle" sakinleri!) "Diriliş Ertuğrul'u" seyrederken adeta bugünün içinde dünü arayarak onu yaşar gibi olur! Nedir bu ruh halinin sırrı?..