Temel İslâmî kültürün millete kendi diliyle öğretilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM'de bir Kur'ân-ı Kerîm tercümesi ve tefsiri ile Sahîh-i Buhârî muhtasarı Tecrîd-i Sarîh tercümesi hazırlatılmasına karar verildi. O dönemde herkesin itimat edebileceği nitelikte bir Kur'ân tercümesi mevcut değildi. Böyle zor bir işin altından kalkabilecek kapasiteye sahip birkaç kişi arasından herkes bilhassa Safahât ve İstiklal Marşı şairi Mehmed Âkif'i işaret ediyordu.
Tefsirin Elmalılı Hamdi Efendi'ye Tecrîd-i Sarîh tercümesinin de Babanzâde Ahmed Naîm Bey'e yaptırılması kararlaştırıldı. Mehmed Âkif ise başta Kur'ân tercümesini kabul etmedi yoğun ısrarlar karşısında uzun zaman direndi. Fakat uzun çabalar sonucu bu vazifeyi Ekim 1925'te kabul etmek zorunda kaldı.
Tercümeyi kabulünü̈ müteakip Mısır'a giden Âkif vardıktan birkaç ay sonra 1926 yılında başladığı çalışmasını 7 yıl sonra 1932'de tamamladı. Ancak tercümeyi bitirdiğinde o sıralarda Türkiye'deki camilerde namaz kıldırılırken Kur'ân'ın aslı yerine tercümesinin okunacağı şayiaları kulağına gelince yaptığı tercümenin bu amaçla kullanılacağından endişelenerek sözleşmesini feshetti. Bu tercüme 1961 yılına kadar yakın dostlarından Yozgatlı İhsan Efendi'de mahfuz kaldı ve Âkif'in vasiyeti üzerine ölümünden sonra özgün tercüme ile birlikte İhsan Efendi'nin kendi eliyle çoğalttığı nüsha yakılarak imha edildi.
Âkif'in Kur'ân Meâli'nden bugüne uzun yıllar Mısır'da yaşamış ve tahsil görmüş merhum Mustafa Runyun tarafından korunan ve daha sonra Recep Şentürk'e intikal eden latin harfli daktilo edilmiş bir metin kaldı. Berâe Sûresi'nin sonuna kadarki kısmı kapsayan bu metin Kur'ân'ın yaklaşık üçte birlik kısmına tekabül etmektedir. Mehmed Âkif'in güzel ve akıcı Türkçesiyle dilimize kazandırılan tercüme tadına doyulmaz bir okuma zevki sunması yanında dönemin dil özelliklerini yansıtması bakımından da ayrıca önemlidir.