"Ey gönlümün sonsuz inci ışığı bu derin karanlıkta çilehanemde dertlerimin kefaretini tamamlıyorsam geçmeyen şu günleri sayıyorsam hep sana kavuşacağım gün için. Işık yok olsun gözlerin var ümit yok olsun aşkının ateşi var."
Çinare romanı iki ana hikâyeden oluşmaktadır. İlk hikâye günümüz Azerbaycanı'nın Bakü şehrinde bir roman yazarı akademisyen (Emir Boztepeli) ile ses sanatçısı (Çinare Hazmatova) arasındaki olayları konu almakta ikinci hikâye ise on beşinci yüzyılda Orta Çağ Baküsü'ndeki Atrekhan isimli yiğit savaşçı ile O'nun sevdiği Natavan mahlaslı Yekta Hanım arasındaki olayları konu almaktadır. İlk hikâye ile ikinci hikâye yer yer iç içe geçmekte tarihi mekânlar ve olaylar geniş perspektiften ortak bir sonuca yönlenen bir biçimde işlenmektedir. Hikâyede Azerbaycan'ın Lenkeran Ağsu Şamahı gibi şehirleri yanı sıra İstanbul Kanada'nın Montreal ve Ottowa şehirleri gibi birçok mekân da bulunmaktadır.
İlk hikâyede; tarihi altyapıya ve yerel halk hikâyelerine dayanan 'Natavan' isimli romanını yazmak üzere Azerbaycan Bakü'de bulunan Emir Boztepeli isimli akademisyen bu süreçte hem Şirvanşahlar sarayını incelemekte hem de buradaki Üniversitede ders vermektedir. Bakü'deki geçen süre zarfında bir tanıdıklarının evindeki yemekte tanıştığı Bakü doğumlu ses (hanende) ve tar sazı sanatçısı (sazende) olan Çinare ile Emir'in aralarında bir gönül bağı oluşmuş sonuçta Çinare ile sözlenmiştir. Fakat bir sürpriz bu saadeti bozacaktır.
İkinci hikâyede; Atrekhan Yekta Hanım'ı bir toy'da (düğün'de) çimenlikte kurulan bir çadır önünde şarkı söyler ve saz çalarken görüp beğenir. O'na olan hislerini Azerbaycan'daki Türk Lehçesinin en güzel haliyle dile getirerek oradan ayrılır. Şirvanşah ailesine mensup soylu Şah Mirza tarafından alıkonularak evlenmeye zorlanan Yekta Hanım'ı kaçırmaya çalışırken yakalanan Atrekhan'ı Şah Mirza sarayın altındaki zindan olarak kullanılan kuyuya hapseder. Kuyuya atıldığında Atrekhan'ın birçok kemiği kırılmıştır.
Acaba tüm bu olaylar nerede kesişecek? Zaman ve mekân birlikteliği iki hikâyeyi birleştirebilecek mi? Seven insanlar şartlar ne olursa olsun kavuşabilecekler mi? Sevdiği kişi için kendinden vazgeçip O'nun mutlu olmasını istemek sevdanın olmazsa olmazı mı? Tüm bu sorular kitapta cevaplanıyor.
Okuruna iki ayrı macerayı bir arada sunan bu kitapta Bahadır Karasulu akıcı ve duru Türkçesiyle Anadolu ve kadim diyarları baştanbaşa geçen dilsel bir yolculukta Türkiye'nin ve Azerbaycan'ın tarihi ve kültürel mekânlarını ele alarak doğudan batıya tüm çağlar boyunca aşkın ve sevginin bağlayıcılığını gözler önüne sermektedir. Kimsesizlik ve yardıma muhtaç olunan her zorluğun 'birbirini seven insanların birbirini tamamlayan yapbozun parçaları gibi bir araya geldiklerinde birlikte aşılacağı' olgusunu yazar bu kitabında okuruna samimi ve duru bir anlatım ile aktarmaktadır.