O zamanlar henüz bir kız çocuğunun narin ruhuyla hayatın acımasız sınavlarına direnen genç bir bedendi. Yaşı 15-16 olsa da ruhu zamansızdı çünkü her darbede her öfkede bir adım daha erken büyümek zorunda kalmıştı. Evrenin suskunluğu kadar derin varoluşun kaçınılmaz ağırlığı kadar tarifsiz bir acının ortasında savruluyordu. O evin duvarları acının diliyle konuşur şiddetin yankısıyla titreşirdi. Babası her "Ben içerideyim" dediğinde bu sözler sanki evrenin sonsuz boşluğunda kaybolmuş bir yıldız gibi sönerdi; ışığı yok olurdu umut yerle bir olurdu. Her içki dolu gece onun karanlık kaderine bir düğüm daha atardı.