İnsanoğlunun toplum yaşamına geçtiği dönemlerden bugüne sığınma ve iltica kavramları giderek yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Yirminci yüzyılda savaşların ve savaş araçları yıkım gücünün bir önceki yüzyıl ile karşılaştırılamayacak şekilde artmıştır. Buna paralel olarak sığınmacı ve mülteci durumuna düşen milyonların daha insani şartlar altında zulüm korkusu olmaksızın yaşayacakları bir ülke bulmaları uluslararası hukukun da önemli konu başlıklarından biri haline gelmiştir. İnsani boyutu ağırlıklı olan bu kavramların içinin doldurulması görevi de ulusal hukuk sistemlerinden çok uluslararası hukuk sisteminin üzerine düşen bir görev olmuştur. Mülteci ve sığınmacı sorunlarına Birinci Dünya Savaşı sonrası başlayan çözüm bulma çabaları sorunun büyüklüğü karşısında uluslararası örgütlerin yetersiz ve etkisiz kalması nedeniyle acılar ve açmazlar içinde kalmıştır..