Üzerlerine ne denli sık ve ne denli uzun uzadıya düşünürsek düşünelim anlığı her zaman yeni ve her zaman artan bir hayranlık ve huşu ile dolduran iki şey vardır: Üstümdeki yıldızlı gökler ve içimdeki ahlaksal yasa. İkisini de sanki karanlıklara bürülüymüşler ya da ufkumun ötesinde aşkın bir alandaymışlar gibi araştırmam ya da yalnızca tahmin etmem gerekmez; onları önümde görünüm ve dolayısızca varoluşunun bilinci ile bağlarım. Birincisi dışsal duyu dünyasında doldurduğum yerden başlar ve onunla bağıntımı dünyalar üzerine dünyalarla dizgeler üzerine dizgelerle ölçüsüz bir büyüklüğe ve dahası bunarlın dönemsel deviminin bunun başlangıcının ve sürmesinin sınırsız zamanlarına genişletir. İkinci görülemez 'kendim'den kişiliğimden başlar ve beni gerçek bir sonsuzluğu olan bir dünyada sergiler ki ancak anlak için sezilebilirdir ve onunla oradaki gibi salt olumsal değil ama evrensel ve zorunlu bir bağıntı içinde olduğumu anlarım.