Her türlü Batı düşüncesi için ortaçağı inkâr etmek kendini inkâr etmektir. XIII. yüzyılın yanı başımızda olduğunu söylemek bile yetmez: O bizim içimizdedir nasıl ki bir insan geçmişini unutarak yaşadıklarından kopamazsa biz de tarihimizi inkâr ederek ondan kurtulamayız.
Batı düşüncesine yeni bir biçim kazandıran ortaçağ pek çoğumuzun sandığı gibi gerçekten de karanlık ve "geri" bir dönem değildir. Aksine Platon ve Aristoteles ile doruk noktasına ulaşan antikçağ felsefesini çağdaşı İslam medeniyetini ve Yahudi düşüncesini felsefesine katmayı başlıca hedefi haline getirecek kadar "aydın"dı.
Ortaçağ felsefesi tarihini içinden çıktığı teolojik köklerden soyutlayarak ele almak belki de tarihsel gerçekliğe ihanet etmektir. Bu döneme nüfuz etmek her şeyden önce teologların kaleme aldıkları metinlere yani bugün ortaçağ felsefesi olarak adlandırdığımız büyük felsefenin yeşerdiği satırların içinde kaybolmakla mümkün olacaktır.
Sorbonne'da Ortaçağ felsefesi dersleri vermiş Académie Française üyesi Étienne Gilson (1884-1978) akıl ile imanı felsefe ile teolojiyi uzlaştırmaya çalıştı. Altı yüzden fazla yayımlanmış eseri bulunan Gilson bu son derece kapsamlı çalışmasıyla Batı düşüncesinin beslendiği damarları ayrıntılı bir düşünürler eserler ve inançlar külliyatı oluşturacak biçimde bizlere sunuyor. Eser bu anlamda söz konusu iki disiplini kusursuz biçimde bir araya getirerek modern insan için tüm çağların en gizemlisine ışık tutuyor.