Salgın bir hastalıktır toplumsal cinnet iç savaşlardan beslenerek artar uluslararası savaşlarla şaha kalkar. Bir toplumdan kovulunca hemen başka bir topluma geçerek sürdürür varlığını...
Toplumsal cinnetin ayak seslerini duyanlar sadece sanatçılardır.
Çünkü önce bireysel bir iç yangını olarak kendini dışavurur cinnet.
Sanatçılar bireylerin ayak izlerini sürdürdükleri onların kalp ve zihin ritimlerini dinledikleri için siyasetçilerden felsefecilerden toplumbilimcilerden önce farkederler cinneti.
Bir zamanlar Poe'nun Canetti'nin Kundera'nın... İfşa ettiği toplumsal cinnetin son muhatabının kim olduğunu da elinizdeki kitapta yer alan öykülerinde Mehtap Yılmaz ifşa etmektedir.
Yeni toplumsal cinnetin mekanı doğumuzdadır eski Mezopotamya'da ya da ölüm çıraklığıyla çınlayan Babil'dedir. Yazar ölümsüzlüğüne telmihen sabit bir mekan ve zaman belirlemez cinnete. Ama acının açlığın yürek yangınının bungunluğun intihar duygusunun isyanın yalnızlığın yüzlerine birer mühür gibi kazındığı insanların ayak izlerini sürerek yakın geleceğin büyük tehlikesini belirtmektedir. Onlar şimdi bir tinercidir töre kurbanı bir kadındır aile baskısıyla sevgilisinden ayrı düşen bir aşıktır kişiğini bulmak için dağa çıkan bir gençtir karanlık amaçlı kişilerin telkinleriyle kardeşini kurşunlayan bir delikanlıdır... Onların mekanları Dicle'dir Fırat'tır Harran'dır Kuzey Irak'tır... Ne farkeder?
Sayıları kısa bir süre sonra milyonlara erişebilecek bu insanların yaşadıkları bireysel cinnetin tanıklığıyla onun toplumsal bir boyut kazanmamasına karşı atılan bir sanatçı çığıdır. Önemli olan.
Bunun için umutsuzların dünyasına bir umut ıiığı düşürmek ister Yılmaz. "Bizi duyun bizi görün" diyen yalnızlığında bile yapayalnız insanların gözü ve dili olur.
"Dicle Sızısı"ndaki öyküler sorumluluğunu idrak eden bir sanatçının zorunlu kayıtlarıdır.