Cehennem Kraliçesi ya da Kraliçenin Cehennemi... Birbirini üretmeye koşullu bir ikilem... Sebeple sonucun özdeşleştiği uyumun karşıtlıkla iç içe girdiği cinselliğin haz ve acıyla ortak algılandığı çarpıcı bir doğa olayı... Kişiliğinin sınıflararası tedirgin ve parçalanmış olması değer ölçülerinin de çoğu kez yadsınması nedeniyle ister istemez kendini amaçlaştıran küçük burjuvazinin yaşamın gelgitlerinden hep ağır yaralar alması acı kadar sevinçten de yıpranıp tükenmesi onun bile isteye geliştirdiği bir yazgı olsa gerek. Nitekim içindeki saf (içgüdüsel) ve özgür yaşam özlemi giderek ben-ben olmayan biçiminde bir kesinlemeye sonunda da her şeyi araç sayan bir mutlak tutkusuna dönüşmüyor mu? İş bu denli ayrıcalık avcılığına dökülünce kuşkusuz bu yolda başkalarına araç olmak da bencilliğin mistik bir hazzı oluyor. Küçük burjuva kökenli aydının toplumsal işlevi bu çetin karmaşadan cinselliğini de kapsayan bir yeni moral çıkarabilecek midir? Sürü insanı olmak ya da olmamak gibi bir gerekçe ayrıcalık yarışını bir cehennem yasası olmaktan kurtarabilecek midir?