12 Mart döneminde fuhuş nedeniyle kapatılan otellerin cumhurbaşkanının buyruğu ile açıldığını yazsam ya da 12 Eylül'ün 1. Şube Müdürü'nün daha önce yaşı küçük bir kızı alıkoymaktan yargılanmış biri olup bir başka olayda ise rüşvet almak suçundan hakkında dava açılmış olduğunu üstelik bir polis şefinin Sorgu Yargıçlığı'nda davayı kollamam için bana bir de mektup yazdığını söylesem bunun sizin için bir önemi olur mu?
Otuz beş kişinin ölümü ve yüzlerce kişinin ağır yaralanması ile sonuçlanan 1 Mayıs 1977 olayının duruşmasına savcı olarak katılıp işi biraz kurcalayınca duruşmadan uzaklaştırılmam sizin için bir şey ifade eder mi?
Açlıktan ölen insanların cesetlerini açlığı "tıbben" saptamak için kesiyorsunuz parçalıyorsunuz.
İntihar eden insanların kendilerine kıyarken bile yaşama nasıl sıkı sıkı sarıldıklarını keşfediyorsunuz...
Polis olsun savcı olsun birlikte çalıştığınız insanların ertesi gün öldürüldüğü haberini alıyorsunuz.
Bir polis memurunu İstanbul Elmadağ'da belediye otobüsünü silahla tarayarak iki kişiyi öldüren ülkücü sanığı silahı ile birlikte yakaladığı için övgü ve saygı ile kutluyorsunuz birkaç gün sonra aynı polisi Unkapanı'nda solcuların vurup öldürdüğünü görüyorsunuz!..
Bilek güreşinde herkesi yenmekle övünen polis memuru Abdi Dağdeviren'in bir bombalı pankartı indirirken patlaması sonucunda elinin bileğinden koptuğuna tanık oluyorsunuz...
Savcılık yaptığım yıllar 30 ve 40 yaşlarım arasıdır. Kişinin yaşamının en verimli olması gereken yıllar bunlar. İlk yıllar 12 Mart'ın karanlığı içinde geçti. 1975 yılı Ağustos'unda İstanbul'a atandıktan sonra ise gittikçe artan terör olaylarıyla...
Yine de her şeye karşın özlüyorum o günlerimi.