Dünyanın denize nazır birçok büyük şehrinde karaları o yakasından tutup bu yakaya birleştirmeye yarayan çengelli iğneler misali görkemli ışıl ışıl köprüler vardır. İnsanlar iş çıkışlarında arabalarını bu köprülere karşı park ederek seyredenin gözlerini sulandıran ışıklarda Tanrısal bir işaretin izlerini ararcasına saatlerini geçirirler. Oturduğum yerden ben de aynı manzaraya bakıyor ve benzer bir heyecanın benim de zihnimde şimşekler çaktıracağını umuyorum. (...) Bütün şehir kulakları zonklatan sesleri ışıltıları gözleri acıtan renkleri aceleci sakinleriyle bana ben olduğum yerde donup kalsam bile zamanın akıp geçmesinden kaçınılmayacağını anlatıyor. Ve bu neredeyse cayır cayır kaynayan tablonun ortasında köprü inci gibi bir el yazısıyla şu cümleyi nakşediyor: Bundan sonra olacak ne?
Yanıma oturan gerçekten güzel görünüşlü bir adam kendisi görünmeden önce burnuma dolan hoş kokusuyla eğilip yüzüme bakmadan soruyor: 'Birader ateşin var mı? ' (...)
'Ne geceydi ama! ' diyor yakışıklı adam.
Ne o? Benimle konuşmak mı istiyor yoksa beni öylesine umursamıyor ki yanımda kendi kendine rahatça hoş beş mi ediyor? (...)
'Evet' diyorum iyice üzerine eğilerek. Köprünün yakıcı ışıkları tek tek adamın iri siyah gözlerinde ışıldıyor. Esmer teni soğuktan hafif mavimtırak bir renk almış dudakları üzerindeki çizgi halindeki çatlaklardan sızan kanla daha da kırmızı görünüyor. (...)
Eğilip öpüyorum onu dudaklarından. Hayvan türlerinin çoğunda birinin diğerine yaklaşması bir saldırı olarak kabul edilir. Göğsümde derin bir acıyla yıkılıyorum yere.
Genç bir kadın en çok kendine kaçabilir çekip gitmesi gerektiğinde...
Nilüfer Altınel'den çarpıcı bir ilk roman Elmaslardaki Gökyüzü