Her gece yatarken kendisi ile randevulaşırdı. Sabahla randevulaşır gibi... Keşfetmekten hiç vazgeçemediği vahşi amansız doğayla; koyu yeşil ormanlarda kuru yaprakların üzerindeki o hışırtılı yürüyüşlerle ve hiç sahip olamadığı küçük koydaki mütevazı pansiyonun hayaliyle randevulaşır gibi...
Yeniden âşık olmayı istiyordu. İstiyordu ama kısıtlanmaktan da ürküyordu. Tüm Adalılar gibi o da özgürlüğüne düşkündü. Her bağlılık ise özgürlüğün etrafına çizilen bir sınırdı. Bağlanılan kişileri ya da nesneleri kaybetme korkusu insanı çepeçevre sarıp olduğu yere zincirlerdi. Biliyordu. Beklentiler fazlalaştıkça hayaletler ürer; hayaletleri öldürmek için verilen tavizler geri dönüş yollarını tıkayıp insanı tutsak ederdi. Ve tutsaklık büyüdükçe korkular artar; korkular arttıkça beklentiler daha da çoğalırdı. Kısır bir döngüydü bu.