Mağdurun Dili'nde edebiyatın dışlanmışlıkla kesiştiği alanda dolaşıyor Nurdan Gürbilek. Çoğu zaman klişelerle yaklaştığımız mağdurluğa edebiyatın nasıl ışık düşürebileceğini öte yandan dışlanmışlık duygusunun edebiyatı nasıl biçimlendirdiğini anlamaya çalışıyor. Dostoyevski'nin "yeraltı trajedisi" adını verdiği çatışmanın aynı anda hem büyük hayaller hem de incinmişlikten yapılma bir yeraltına itilmişliğin yazarın okuruyla ilişkisini nasıl etkilediğini inceliyor. Edebiyatın gurur yarasını yazarın kibrini dahası okurun tutunamamışlıktan neden ısrarla bir zafer çıkarttığını tartışıyor.
Tartışmanın orta yerinde ise bir "dil" problemi var: "Yazar ya mesafeli bir tavırla ele alacak bunları; acıyı olgudan mağduru kavramdan dışlanmışlığı laftan ibaret bırakacak; kimseyi tam inandıramayacak; canevinden vuramayacak okurunu. Ya da yoğun duygudan yola çıkacak; acıyı gülünçleştirmeyi bir acı efektine dönüştürmeyi göze alacak. Öyleyse bu 'kırık ve ıstırap dolu' malzemeyi nasıl anlatmalı? Kayıtsız kalmadan ama bir mutlak dayanağa da dönüştürmeden acı çekeni küçük düşürmeden anlatılabilir mi bütün bunlar? Acıyı hayatın kurucu ilkesiymiş gibi göstermeden mağdurluktan gurur kayıptan ihtişam çıkartmadan anlatmak mümkün mü? Mutsuzluğa yakından bakan ama mutsuzluk fikriyle mutlu olmayan bir edebiyat mümkün mü gerçekten?"
Dostoyevski'nin Oğuz Atay'ın Yusuf Atılgan'ın Cemil Meriç'in yapıtlarının ışığında bu soruların cevaplarını arıyor Gürbilek.