Bazılarımız köyleydik bu şehirde. Pişmanlıklarla dolu aklımızla yorgun argın odamıza döner hiç utanmadan resimlere bakar filmler izler ve sabırsızca günahlar işlerdik. Asıl aşkı nasıl buluruz bu bedeni nasıl fark ettiririz diye kendi kendimizi de yer bitirirdik.
Ve beni eğlendireceğini düşündüğüm bu yerde şaşalı ışıkların insan cıvıltılarının insanın oynamak için utangaçlığını yenebileceği türden ritmik müziklerin o kedersiz eğlencelerin şimdi çok daha uzağımdaydım. Gördüğüm resim hayal ettiğim resme hiç benzemiyordu hayalim her taralından büyük eksiklere bulaşmıştı.
BU CİHAZ BENİ BOŞUNA ETKİLEMEMİŞ GİBİSİNDEN bir uğultu esiyordu.
Mekanik bir ses insan cümlelerini kullanıyordu anlattıkları ise kanlı bir hikâye türündendi. İki elin nasıl parçalandığından söz ediyor kan revan içinde kemik parçalarının tavana fırlatıldığını çığlıkların ne denli kulak tırmaladığını yüzsüzce anlatıyordu... Gözaltı kapaklarında ışıldayan yaşlan bana eski dokunaklılığımı acıma hissimi geri vermişti. Onun ezik halini seyredince nihayet fark etmiştim bir canlının bana kısa ve acıklı hikâyesini iç çekişerek anlattığını.
DÜŞÜNEN TÜRÜN ALDATICI VARLIĞINDAN SIYRILMAK İÇİN kendime
yalan söylüyor küçük rüyamın büyük rüyamı baltalamaya çalıştığını savunuyorum. Küçük rüyamın beni insan içine çekmeye çalıştığım ve bu olursa büyük bir kıyıma uğrayacağımı anlatıyorum. Sonra asıl rüyam galip çıkıyor.
Bir adım ötemizde giden birine bu senin mi diye sormayız. Çünkü aslında bir adım öteden giden bizizdir. Ve sorulduğunda bize belki evet deriz korkusuyla sormaya yanaşmayız.
Bu öyle bir şey ki okul günlerimdeki boş ve cahil kafalılığımı aratıyor hep bana. Dünyanın sadece güneşi görmemiz için döndüğünü düşündüğüm yılları.