Allah Teâlâ Hazretleri Zât'ındaki sayısız özellikleri meydana çıkarmak ve bu özellikleri şûhud zevkiyle müşahede edebilmek için âlem ve Âdem'i yaratmaya muhabbet etti.
Allah Âdem'i cemi esmaya mazhariyet istidadı ile halk eyledi. Allah Teâlâ Âdem'i icad etmekle âlem aynasını mücellâ kıldı. Çünkü Âdem esma ve sıfat tecellilerinin cümlesini kabule istidatlı idi. Âlem'in zuhurunda Âdem'in zuhuru gibi en ekmel en âlâ en kâmil bir zuhur daha yoktur. Bundan dolayı aleme nüshayı sugra (küçük âlem) ve Âdem'ede nüshayı kübra (büyük âlem) denildi.
Hal böyle olunca İnsan-ı Kâmil bütün âlemlerde en ulvi en yüce maksut ve gaye oldu. Eğer Âlem'in yani İnsan-ı Kâmil'in zuhuru olmasa idi Uluhiyet mertebesinin bütün esma ve sıfatları kemâliyle zahir olmazdı. İnsan-ı Kâmil Hazreti İlâhiye'nin bir numunesi olduğundan onun sureti Hazreti İlâhiye'nin suretinden gayri değildir. İnsan-ı Kâmil'in vücûdu zat sıfat ve ef'alin tamamını camidir. Demekki İnsan-ı Kâmil cemi mevcûdatın muhtasar bir örneğidir.
İşte bundan dolayı Allah Teâlâ İnsan-ı Kâmil'i âlemin ruhu ve zübdesi kıldı. İnsan-ı Kâmil âlemin ruhu olduğu ve onun suretinde zikrolunan kemâlât bulunduğu için Allah Teâlâ ona bütün ulvi ve süfli âlemleri müsahhar kıldı.