İki kutuplu dünyanın çöküşüne kadar devletler ve toplumlar açısından her şey belli bir düzen içerisindeydi. Dolayısıyla da çevreyi ve dünyayı algılama ve değerlendirme biçimimiz de oldukça basit ve anlaşılırdı. Bu bağlamda "dost" - "düşman" "iyi - "kötü" "demokratik" - "totaliter" gibi kavramlar hem kendimizi diğerlerinden ayırmamıza hem de devletlerimize mevcut yapısıyla tüm gücümüz ve inancımızla destek vermemize gerekli zemini hazırlamaktaydı. İki kutuplu dünyanın çöküşü ile birlikte dünya düzeni köklü bir değişime uğramış ve bu değişim tüm ülkelerin siyasi yönetsel sosyal ve kültürel yapılarını etkilemeye ve tehdit etmeye başlamıştır.
Ortaya "Yeni Dünya Düzeni" olarak adlandırılan yeni bir yapı çıkmıştır. Bu yapının başat ideolojisi olan küreselleşme söyleminin telekomünikasyon teknolojilerindeki ilerlemeler ve gelişmelerle yani dijital devrim ile iç içe geçmesi özel ve kamusal alanlarda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının işaretlerini vermiştir. Bu süreç güç dengelerinin tamamıyla yeniden tanımlanmasına geçümişte alışık olduğumuz yapıların sorgulanmasına kavramlarımızın ve simgelerimizin anlamsal çerçevesini yeniden belirlememize yol açmıştır. Başka bir deyişle insanlık kendine yeni bir yön çizmek yeni alışkanlıklar yaşam düşünme ve değerlendirme tarzları edinmek zorundadır. Dijital devrim tüm toplumların kültür ve medeniyet anlayışının kökünden değişmesine yol açmıştır. Bu değişimden devlet ve toplumların yönetim ve politika anlayışı da nasibini almıştır. Kısaca 21. Yüzyılda dijital devrimin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan bilgi ve iletişim toplumunu geleneksel devlet anlayışı ve yapısıyla yönetmek neredeyse imkansız hale gelmiştir. Bu noktada e-devlet kavramı çağın koşullarına uygun olarak devleti yeniden yapılandırmanın ve dönüştürmenin kilit kavramı olarak ortaya çıkmaktadır.