Kapitalizm insana ürettiği kadar değer veriyor. Üretiyor ve tüketiyorsanız varsınız. Kapitalizm üretime farklı bir anlam yükleyerek üretimi "maddi olan" olarak tanımladı ve "maddi olmayanı" üretimden saymadı. Kapitalizm her zaman yaptığı hataya burada da düştü ve gözle görülmeyen elle tutulmayanı yok saydı.
Çalışan insanların emekleri bordro ile ölçülüyor. Bordronuz varsa çalışan olarak kabul ediliyor ve kazandığınız kadar toplumda kabul görüyorsunuz. Ancak toplumun en temel dinamiği olan ev hanımları çalışmalarının karşılığında bir ücrete tabii olmadıkları için bir bordroya da sahip değiller. Dolayısıyla üretmiyor olarak algılanıyorlar ve çalışmalarının karşılığında maddi bir getiri elde edemedikleri için değersiz muamelesi görüyorlar. Ev hanımları toplum içerisinde sürekli olarak "çalışmıyor" olarak tanıtılıyor hatta bunu bizzat ev hanımlarının kendileri yaparak "Ev hanımıyım çalışmıyorum" diye takdim ediyorlar kendilerini.
Gerçekten de ev hanımları çalışmıyor ve bir şey üretmiyorlar mı acaba? Ya da üretim denen şey sadece kapitalizmin tarifi dâhilinde mi geçerli? Üretimi maddi olanla sınırlamak ne derece doğru bir yaklaşım? Ev hanımlarının yaptığı işleri dışarıdan satın almaya kalksak ne kadar bir ücret ödememiz gerekirdi? Peki "sevgi şefkat ve ihtimam"ı satın alabilir miyiz?
Moral Dünyası dergisinin Ağustos ayı sayısında bu ve buna benzer soruların irdelendiği kapak dosyasında ev hanımlarının yaptığı işler ve değeri nazarlara veriliyor. Eğitimci Yazar Seyhan Büyükcoşkun her şeyden önce ev hanımlarının yaptıkları işin ehemmiyetinin farkında olması gerektiğini vurguladığı söyleşisinde bir kadının ev halkına karşı gösterdiği 'şefkat sevgi ve ihtimam'ın hiçbir şekilde maddi bir değerle ölçülemeyeceğini belirtiyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise ev hanımları üzerinden psikolojik bir savaş verildiğini ifade ederek "Üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar." diyor.
İş hayatında çalışırken çocuklarına ve ailesine gereken ilgiyi gösterebilmek için ev hanımlığını tercih eden bayanlardan örnekler verilen kapak dosyasının dışında Ağustos ayında yine geniş bir içerik var dergide. Yavuz Bahadıroğlu Osmanlı'nın kuruluşuna sahne olmuş toprakları anlattığı yazısında tarihin derinliklerinde bir geziye çıkarırken Ekrem Kaftan Ayasofya'nın manevi iklimini yeniden soluklamanızı sağlayacak.
Geçtiğimiz ay vefat ederek sevenlerini hüzne boğan şair Erdem Bayazıt her ne kadar "Yokluğuma ilk önce dostlarım alışacak" dese de unutulması zor bir insan olduğunu göreceksiniz dergide yer alan söyleşisinde.
Pedagog Adem Güneş'in çocuk eğitiminde zamanında verilen sevginin önemini anlattığı yazı ve Nuriye Çeleğen'in örnek bir eş olarak tanıttığı Hz. Aişe derginin bu ayki dosyalarından bazıları.