Türk tarih ve medeniyetinin en canlı eserleri olan abidelerimiz 16. yüzyılda kemal seviyesini bulmuş birbiri ardına inşa edilen mükemmel eserler milletlerarası mimarî şaheserler arasına girmişti. Bu harika eserlerin merkezi de İstanbul'du.
Osmanlı İstanbul'u fethin hemen sonrasında başlayan hummalı faaliyetler sonucu tam bir Türk-İslâm şehri haline gelmiş ve asırlarca Devlet-i Âliye'ye payitaht olmuştu.
İstanbul'u İstanbul yapan Osmanlı ruhuydu. Elmas misali günümüze kadar getiren yaşatan bu ruhtu. İşte bu yüzden İstanbullu olabilmek büyük bir meziyetti ayrıcalıktı asaletti.
Günümüzde milyonları bağrında misafir eden İstanbul ile Osmanlının İstanbul'u maalesef aynı değil. İkisi arasında uçurumlar var. Ve maalesef İstanbullu olmanın da değeri anlamı ve meziyeti çok değişti.
İstanbullu olabilmek için İstanbul'da doğmak şart değil. İstanbullu olmak Rumelihisarı Camii sahnında pop konseri verilmesinin acısını ruhunun derinlerinde hissedebilmektir. Yerinde yeller esen güzelim Karaköy Camii'nin yeniden inşasına yardımcı olmaktır. Ayasofya avlusunda bulunan Sultan II. Selim türbesinin çalınıp Louvre müzesine satılan çini panosunun ülkeye geri getirilmesine çaba göstermektir. Süleymaniye'nin kubbesine meftun olmaktır. Sultanahmet'in Rüstem Paşa'nın Kılıç Ali Paşa'nın çinilerini seyretmektir. III. Ahmet çeşmelerinin taş işçiliğine hayran olmaktır.
"Abideleriyle Osmanlı İstanbul'u" kitabı gerçek İstanbul'u ve İstanbulluyu ortaya koyan bir eser. Osmanlıyı elimizdeki Osmanlı yadigarı İstanbul'u tanımak korumak adına küçük de olsa bir adım atmaya ne dersiniz?