....Tahsin Onbaşı son bir kez doğrulup azgın bir sel gibi ''Allah Allah'' nidalarıyla coşan Türk birliğine baktı. Bu ses tarihten kopup gelen Kosova'daki Çanakkale'deki Dumlupınar'daki sesin aynısıydı. Artık dayanacak gücü kalmamıştı. Sendeleyerek olduğu yere yıkıldı. Dipsiz bir kuyuya düştüğünü sandı. Bir an karşısında dedesini görür gibi oldu. Gülerek ona bakıyor sanki düştüğü yerden kurtarmak ister gibi elini uzatıyordu. Dedesine doğru emekleyip sağ elini uzattı. O anda gözlerine sonsuz bir ışık doldu. Bu bir güneş miydi? Hayır hayır güneş bu kadar güzel ve parlak olamazdı.
Bir ara Hasan Yarbayın gözleri karşıya doğru kayıp ağlamaya başladı. Yanında bulunan birkaç askere aceleyle seslendi.
Çabuk beni ayağa kaldırın çabuk.
Askerler koluna girip Hasan Yarbayı kaldırdılar.
Hasan Yarbay gözlerini baktığı yerden ayırmadan ağlayarak
Niye buraya kadar zahmet buyurdunuz Ya Resulallah ben sizin yanınıza geliyordum dedi ve askerlerin kolları arasına yığılıp kaldı.
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber"
Hasan'ın içi içine sığmıyordu. Bu kutlu yolda kendisinin de öncü seçileceğine inanıyordu. Önce Molla Gürani ve Akşemsettin gibi şeyhlerinin himmeti sonra da ok atmadaki mahareti ve güreşteki ustalığı veriyordu ona bu inancı. Her şeyden önemlisi Sultan Mehmet Hân'ı Allah için çok seviyor ve onun ön sezgilerine güveniyordu. Dün çok yakından görmüştü onu. Beyaz atın üstünde siyah sakalı kartal burnu sert bakışları ve uzun kaftanıyla o kadar çok heybetliydi ki atını oradan oraya koşturup duruyordu. Bir ara gelip denizin kenarında durmuş ve hırsla Kostantinapol'e bakmış sonra da kılıcını çekip atını hırsla denize doğru sürmüştü. Sonra da "Ya Bizans beni alır ya da ben Bizans'ı" diye gürlemişti...