İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde yaşamın sunduğu olanaklardan yaşayanlara eşit pay düşmemiş. Bugün de düşmemekte ve kesin olarak yarın da düşmeyecek. Yüzyıllardır toplumsal iletilerde bu böyle gitmez dense de bu hep böyle gitmiş. Nedeni niçini nasılı ise uzun hikaye.
Sonuçta insan bilerek ve isteyerek olmasa da hep bir yerlerden katılıyor yaşama. Şans ya da kader denen şey işte burada rolünü oynamaya başlıyor. Yaratılanları insanca yaşamaya ulaştıran yollar kimilerinin tam evinin önünden geçiyor kimileri o yolu bulabilmek için büyük uğraşlarla dolu uzun yıllar harcıyor kimileri ise o yolu görmeden bilmeden göçüp gidiyor. Geriye üç ayrı çerçeveli bir resim kalıyor. O yola ulaşıp insan gibi yaşayan ya da yaşamaya çalışanlar o yolun varlığını bildiği halde hiçbir zaman ulaşamayanlar ve böyle bir yolun varlığından bile haberdar olamayanlar.
Böylece gelir gider insanlar.
Sonuç olarak herkesin yaşamıyla ilgili söyleyecekleri elbette vardır. Kimileri yazmaya üşenir ya da erteler kimileri yazmaya değer bulmaz yaşadıklarını kimileri de yüreğine gömer ve kendisiyle birlikte götürür biriktirdiklerini bilinmezler ülkesine. Ne yazık ki bütün bunları yaparken insanın yaşadıklarıyla büyüdüğünü toplumların da büyüttükleriyle yaşadığını düşünmezler bile.
İnsanın yaşadığı hüzün dolu olaylar zamanla dalında olgunlaşan meyve gibidir. Bu olgunlaşmayı sağlayan ise sevgidir. Çünkü sevgi yaşamı iyileştiren merhemdir yaşamın harcıdır çimentosudur. Sevgi bir insanın ulaşabileceği en üst nokta sevgisizlik de bir insana verilebilecek en ağır cezadır. Yaşamın içindeki iyileri ve güzellikleri örnek almaktır esas olan. Kötü olmak kötülük yapmak ve yok olup gitmek ise en kolay kısmıdır yaşamın. Bu yüzden insan için hedef zor kısmı oluşturan iyiyi yaratmak yakalamak ve korumak için yaşamak ve yaşananları başkalarıyla paylaşmak olmalıdır.