Ömür bir nefes alıştı. Ne bir eksik ne bir fazla...
Almıştı ya payına düşeni ötesi var mıydı?
Belki bir rüyadan uyanacaktı. Geride kalan pek çok şeyin silik görüntüsü ve nedeni nasılı çözülemeyen olagelmiş her şey de bunu ispatlamıyor muydu?
Bir kitap kapatmıştı ki geri dönüşü yoktu artık. Sadece bir defaya mahsus olarak yazılırken okunmuştu. Onu tekrarlamak hatırlamak olurdu. Hatırlamak da hiçbir zaman aslı olmadığı gibi noksan ve solgun birer resimden öteye gidemezdi.
Elde yalnız izlerinin kaldığı koca bir ömrün tek tanığıydı... Tüm yaşananlar onunla birlikte toprak olacaktı.
Suskun ve çaresiz... Sisli bir rüyanın hiç çözülemeyen bilmecesi olarak...
Aklından şu dizeleri geçirdi:
Hırsın öfkesiyle düştük yollara
Düşlerimiz hep askıda kaldı.
Hırçın gülüşlerle ağlarken biz
Vuslat soğuk bir hazana kaldı!
Üzerine düşeni yapmış olmanın huzurunu duydu içinde. Oda hâlâ sesiz ve karanlıktı. Dudağının kenarındaki kavisler derinleşti yine. Yüzünde ay ışığı parlıyordu. Başı yana düştü. Gecenin karanlık elinden başka gözlerini kapatacak kimse yoktu.