Edebiyat ve sanat tarihimizde Akif'in yeri derinlikte Yunus'ların ayak ucunda ise de azametle parlaklıkta Fuzûlî'lerle Si- nan'ların başucundadır. Akif yalnız yirminci asrın Müslüman-Türk şairi değil dokuzyüz yıllık tarihimizin en yükseklerde duran terennümcüsüdür. O koca bir tarihin türbedârıdır.
Yayını en sona ka- lan (1966) fakat yazımı itibariyle en önce tamamlanan Çantay'ın Akifnâme'si (1937); Eşref Edip'in birinci cildi (aralık 1938) ve ikinci cildi (nisan 1939) ve Midhad Cemal'in Mehmet Akif'i (1939 nisanı civarında)!.. Bu dört büyük cilt Akif hakkında bugün en temel kaynaklarımız arasında sayılırlar. Dolayısıyla bu dört cilt Akif konusunda yapılacak her türlü çalışmalar için sağlam birer hazine değerindedirler. Kaldı ki bu husus bugünden geriye bakarak çı- kardığımız bir sonuç olmayıp daha 1939 şartlarında farkına varılmış bir kaziyye hükmündedir.
Osman Nuri Ergin yazısında
Bu çalışmaların her birini birer "irfan abidesi" olarak telâkki ediyor. Sonra da bunları Mehmet Akif'in Edirnekapı'daki mezarı- nın başına dört sütun hâlinde dikiyor.
Akifnâme bir yönüyle Mehmet Akif'e dair hatıraları bir yönüyle de Akif'i tanıyan seven sevmeyen geniş bir çevrenin intibâlarını ihtiva ediyor. Ayrıca eser Hasan Basri Çantay gibi âlim bir kişiliğin şahitlik ettiği fakat kırılmalar şeklinde devam eden uzun bir dönemin de aynası mesabesinde.