... Karakol basılır onlarca insan ölür. Kimsenin umurunda delildir. Herkes kendi havasında kendi dünyasındadır. Saygınlığın ne demek olduğunu bilmeyen insanlar o bar senin bu bar benim gezerek zevzeklik yaparlar. Hadleri olmamasına rağmen ölenlerin işini iyi yapmadığından dem vururlar. Pusu kurulur yine onlarca insan ölür. Kanı yerde kalmayacak diye ahkâm kesen insanların tuzu kurudur. Çünkü kendi çocukları yoktur. Varsa bile bir şekilde bu gibi yerleri görmeden "Vatani görevlerini şereflice (?) yerine getirirler." Biz de kendimizi paralarcasına her olaya yetişmeye çalışır dururuz oramız buramız dağılmış vaziyette...
Daha da acısı yine hadleri olmadan bize duyururcasına "Ben olsam şöyle yapardım böyle yapardım" diye ahkâm keserler. Sorarım onlara: Hiç kafalarının üstünden mermi qeçti mi? Merminin havayı yırtarken çıkardığı sesi vücutlarını yırtarken duydular mı? İki saniye önce konuştuğu arkadaşının ilginç fikirler üreten beynini topraka sıvanmış halde oördüler mi? Biraz evvel zekice bakan bir çift çözün sabitleşmiş bakışını gördüler mi? Cansız bedeninin refleksif çırpınışlarına tanık oldular mı? Hayat dolu gencecik bir bedenin ölürken ve ölüme direnirken çıkardığı hırıltıları duydular mı? Hayır binlerce kez hayır... Silahlarla sadece duran hedeflere sırf hava olsun diye ateş ederler. Silahla tanışıklıkları bu kadarla sınırlıdır. O da büyük kentlerdeki son model kapalı atış alanlarında. Ya hedeflere zevk için doğrulttukları silahlarından çıkan mermiler birgün onlara girerse ne yapacaklar? Bugün nasıl yarın çeldiğinde dün olacaksa çelecek de bircim oelecek ve buqim olacak...