İstanbul erguvanlarının mimozalarının açıp açmadığını izlemek; kasım sakalarının gelip gelmediğini bülbüllerin ötüp ötmediğini gözlemek; Boğaz'da lüfer avına mehtaba çıkmak; bir eski İstanbul tadını yakalamak için köşe-bucak dolaşmak; bir eski İstanbul Efendisi'nin sohbetine koşmak; İstanbul'un anıt ağaçlarının ölçüsünü almak; Haliç'teki son kayıkçıyı son Bulgar sütçüyü son İstanbul bostanlarında ne ekildiğini takip etmek; İstanbul sularını tatmak; İstanbul'da güzel sesli bir müezzinin ezanına kulak vermek... gibi İstanbul'da yaşama sanatının bütün güzellikleri...
İstanbul bir imparator şehir... Roma'nın Bizans'ın Osmanlı'nın şaheserlerini bünyesinde toplamış. Tabiatın ona sunduğu muhteşem konumunu büyük sanatkârların güzel eserleriyle uyum içinde gözler önüne sermiş. Geçen yüzyıllar bu şehri her bakımdan yıpratmış çaptan düşürmüş ama cami yıkılsa da mihrap yerinde kalmış. Klasik bir nostalji edebiyatıyla yakılıp yıkılanlara uçup gidiverenlere ağlayıp sızlanmak yerine "ele geçmezse eğer sevdiğimiz çare ne; eldekini sevmeliyiz" diyerek bu haliyle İstanbul'u yeniden tanımaya keşfetmeye keyfini çıkarmaya orada yaşamayı bir sanat haline getirmeye ne dersiniz?