"Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonunda 'demokratik' düzene geçme kavgası verdiği zaman toplumumuzda başta gelen çelişki tek çelişki değil ama başta gelen çelişki- işte bu halk-yönetici sınıf ya da zümre çelişkisiydi.
"Öyle sanıyorum ki bu gerçeği yeterince göz önünde bulundurmazsak Demokrat Parti olayına doğru bir teşhis koymak olanak dışı kalır. Çoğu kez Cumhuriyet döneminin Türkiye'yi çağdaşlaştırma girişimi olmasından kalkarak siyaset bilimcilerimiz Demokrat Partiyi bu çağdaşlaşmaya karşı toplumun bu çağdaşlaşmaya ayak uyduramayan katmanlarının bir tepkisi olarak görmek istemişlerdir. Bu nedenle de Demokrat Parti gerici bir siyasal oluşumu CHP ise ilerici bir siyasal düşünceyi temsil ediyor sayılmıştır.
"Daha sonra Marksizmin ülkemizde moda olmaya başladığı dönemde bu ilericilik-gericilik terimlerine siyasal ve ekonomik bir içerik kazandırılmak istenmiş ve demokrat parti burjuvazinin iktidara gelmesi olarak nitelendirilmiştir. Tabiatıyla 1950'lerde önemli bir özel sektörden söz edilemeyeceği için de 'ticaret burjuvazisi' gibi kavramlarla durum açıklanmaya çalışılmıştır.
"bu yaklaşımlar yanlıştır. Yahut ancak bir ölçüde doğrudur. Siyasal kavgayı yapan ana temel burada belirtmeye çalıştığım çelişkidir."