İkinci Dünya Savaşı'nda kırık dökük bir gemiyle ülkemize gelebilen bir Yahudi aile İstanbul'da yaralarını sarmaya çalışırken yıllar sonra bir gemi dolusu Anadolu insanı özgür ve zengin olma hayalleriyle 'umut adası'na doğru yol alıyordu.
Gemideki yoksul ve cahil insanlar arasında mütevazı bir profesör gibi ışık saçan Cemil; aşkına kavuşmak için çıktığı bu yolculukta içine konuşma yasağı konmuş sesi soluğu çıkmayan bir genç kızla tanışıp onun kafasına koyacağı fikirlerle bütün dünyaya haykırması için boşuna mı çabalıyordu?
Yahudi aile ile Anadolu'dan bir ailenin Londra'da kesişen yollarında açan çiçeklerin arasına düşen kurumuş otlar da bir gün yeşerebilecek miydi?
İkinci Dünya Savaşı'nda bile harap olmayan ülkemizin 68'de 78'de bir bir vurulan kuşları... 80'lerde baskı ve korkuyla susturulan genç beyinlerin güzel günler için yaralı kuşlar gibi mücadeleye kanat çırpışları... 90'larda sonu gelmeyen göçlerin ardında bıraktığı gözyaşları...
Ya bugün? Mutluluk! Ve ölüm! İkisi arasında gidip gelen Lizet teyze; 'Zavallı Efendiler' filmini görebilecek miydi?