Renald Fanwar evinin verandasında oturmuş iki sene önce torununun onun için karameşeden yaptığı sağlam sandalyeyi ısıtmaktaydı. Renald kuzeye bakıyordu.
Siyah-gümüş bulutlara.
Daha önce hiç böylesini görmemişti. Tüm kuzey ufkunu gökyüzünün yükseklerine kadar kaplamışlardı. Kurşuni değildiler. Siyah ve gümüş rengiydiler. Gece yarısı bir yeraltı kilerinin olduğu kadar karanlık gürleyen fırtına başları. Aralarında çarpıcı gümüş ışıklar parlıyordu; hiç ses çıkarmayan şimşekler.
Hava yoğundu. Toz ve kir kokularıyla yoğun. Kuru yaprakların ve yağmayı reddeden yağmurun kokularıyla. Bahar gelmişti. Ama ekinleri büyümemişti. Tek bir filiz bile başını toprağın üzerine çıkarmaya cesaret edememişti.
Tahtaları gıcırdatarak yavaşça sandalyesinden kalktı; sandalye arkasında yavaşça sallandı. Renald verandanın kenarına yürüdü. Sönmüş olmasına rağmen piposunu kemirdi. Onu tekrar yakmakla uğraşamazdı. O bulutlar onu büyülemişti. Öyle siyahtılar ki. Tıpkı bir çalılık yangınının dumanı gibi ama hiçbir yangının dumanı o kadar yükseklere yığılmazdı. Hem gümüş bulutlara ne demeli? Siyah bulutların arasında kabarıyorlardı. Tıpkı kurumla kaplanmış metalin yüzeyinde cilalı çeliğin parladığı yerler gibi.