Kur'ân insânın yaratılışından bahsederken önce onun toprak yönüne vurgu yapar. Bu yönümüzün ne olacağı belli; bir gün zamanı geldiğinde yine aslına kavuşacak/dönüşecektir. İkinci yön ise beşeri/kabuğu insân yapan çamuru kıyâma kaldıran ona melekleri secde ettiren yöndür. Ona da Rûh diyoruz. Rûh da beden ömrünü tamamladığında Azrâil aracılığıyla çekilir ve toprak yönü terk eder. Rûh Allah'tan gelir ve yine O'na döner. İşte bizi hayata/Hayy'a bağlayan "tek ip" Rûhumuzdur.
Yeryüzü sahnesinde Allah'ın ipine bağlı kuklalar gibiyiz. Lâtif olan bu ipi "beş duyu" ile ne yazık ki görme iznimiz yok. Bu hakîkati öğrenmenin ise tek yolu var. Ya ferdî kıyâmetimiz olan zarurî ölüm gelmeden ihtiyarî ölümümüzle bunu idrâk edeceğiz; ya da Evrensel Kıyâmet'i yaşayarak göreceğiz. Günü saklı olan bu Evrensel Kıyâmet'i beklemek/düşünmek yerine insânın "ölmeden önce ölerek" ferdî kıyâmetini içinde yaşamaya tâlib olması hakîkati tecrübe etmesi açısından en ideâl/kurtarıcı yaklaşımdır. Böylece insân varlığının izâfî olduğunun bilincinde hakîkatinin yalnızca Allah'ın İpi'nden ibâret olduğunu anlayacak; ef'âlinin de sıfâtının da zâtının da Allah'ın celâl ve cemâl iki kudret eline bağlı iplerle hareket ettiğini yakînen öğrenecektir.
"Görünen ipler görünmeyen iplerin yansımasıdır" bu âlemde. Allah ile bağı/ipi güçlü olanların varlıkla da bağı/ipi güçlüdür. Mâsivâya dönük "Nefs Kılıcı"nın rûhânî ipini kesmesine izin verme ey Tâlib! Gayret kemerini kuşan keskin kılıcını "takvâ" taşında körelt ki kalbin "Sirâc-ı Münîr"e dönüşsün.