Fransızların orduya "büyük dilsiz" demeleri hep hoşuma gitmiştir. Gerçekten de ordu demokrasisi kökleşmiş olan ülkelerde çok özel durumlar dışında konuşmaz. Duyar görür düşünür ama konuşmaz. O gibi ülkelerde niçin konuşmadığı önemlidir.Ama gelişmişlik sürecinde geride kalmış olan ülkelerde niçin konuştuğu da önemlidir. Ve bu arada Türkiye'de eskiden konuşmazken niçin şimdi konuştuğu ise ayrıca önemlidir. Ordu niçin ve ne zaman siyasete karışır? Hangi koşullar üst üste eklendiğinde "darbe" yapar? Siyasal iktidara doğrudan ya da dolaylı olarak el koyduğunda yönünü belirleyen etkenler nelerdir? Ordunun ideolojisi nasıl oluşur nasıl değişir? 27 Mayıs'ın ordusu ile 12 Eylül'ün ordusu niçin düşman kardeşlerdir? Bugünün ordusu niçin 12 Eylül'ün ordusu değildir? 28 Şubat'ın anlamı nedir? Daha başka türlü sormak gerekirse: Eğer Türk ordusu her zaman Atatürkçü ise toplum yaşamında kısa sayılabilecek aralıklarla yaptığı darbelerdeki tutum farkları nasıl açıklanabilir? Sorular çok yanıtlar da çok önemli. Konunun aynı ölçüde anlamlı ve önemli bir başka yanı daha var: Asker cumhuriyeti korumak için zaman zaman demokrasiye az ya da çok "paydos" deme gereği duyuyor. Tıpkı Atatürk gibi bizim de ereğimiz elbette ki "demokratik cumhuriyet"tir. Ama "cumhuriyet mi demokrasi mi?" yol ayrımında öncelik acaba hangisinde olmalıdır? Batılı ülkelerde "askersel sosyoloji" dalında yapılmış çok araştırma var. Hem de o ülkelerde görünür bir "askerin siyasete karışması" sorunu olmadığı halde... Oysa Türkiye'de bu konuyla ilgili çalışmalar parmakla sayılabilecek kadar az. Hem de bizim koşullarımızda askerin siyasete karışması neredeyse "alışılmış" bir olgu haline dönüştüğü halde...