Gerçeğin yalnızca gerçeğin söyleneceğine dair yemin edilmiş bir dünyada yaşıyoruz; yalan söyleyenler aşağılanıyor. Hepimiz hakikatin peşindeyiz. Ne var ki kimse de hakikatin ne olduğunu yalanın nerede başlayıp nerede bittiğini söyleyemiyor. Hakikat bilinmiyorsa yalan nasıl mümkün olabilir? Dahası ya hakikatler; birer yanılsama olduğunu unuttuğumuz yanılsamalarsa! Bir düşünün ilk bağımsızlık 'an'ımız ilk yalan söylediğimiz 'an' değil midir? Tarih boyunca 'hakikati' hep yönetenler kurarken gülmeyi de yalanı da bir savunma silahı olarak kullananlar ezilenler olmamış mıdır? Kurgular hakikatler kadar etkili değil midir? Siz hiç gerçekler kadar içinizi acıtan romanlar okumadınız mı? Bunlar John Forrester'ın Hakikat Oyunları adlı kışkırtıcı çalışmasında yanıt aradığı soruların sadece birkaçı. Bilimsel doğruların en tepede oturduğu hakikat düzenine ilişkin ilginç bir o kadar da bozguncu gözlemlerin ardından Forrester asıl ilgi alanına psikanalize döner ve 'hakikat-yalan' ilişkisi üzerinde yoğunlaşır.