"Bir çobana rastladı sonra selam verdi. Selamını aldı çoban. Bir yabancıyaverecek biraz zamanın var mıdır dedi elbette dedi çoban.
-Bende en fazla olan şeyi istedin ne güzel. Korkum bende olmayanı istemendi. Zaman birtek çobanlarda vardı. Diğerleri hepsini geçmişe ve geleceğe kaptırmışlardı çünkü. Çobanlığını yaptığın kral kimdir dedi; babasını işaret etti cevap tahmin ettiği üzere. Bilirim dedi söz güzeli buralardan uzaklaşmak istersin ve bu senin en çok istediğindir hem de. Bende istediğine cevap olacak bir teklif var: sana boynumdaki ve kolumdaki ve parmaklarımdaki tüm altınlarımı versem ne dersin? Çoban ümitsiz bir bakışla yetindi ancak devam etti söz güzeli;
-Karşılığında sadece elbiselerini istiyorum. Bir değiş tokuş yani. Bu ikimizin de hayallerine giriş kapısı olacak. Teklifi kabul etmemek yıllardırgeldiği o diyarlarda ne yabancı olarak kalabilmişne de yerli olabilmiş bir çoban için büyük bir fırsatı geri çevirmek olurdu. İçindeki uzaklara girme dürtüsü kabarmış da taşıyordu zaten. Dört bacaklı olmalarına rağmen bu kadar ağır hareket eden bir sürüye bağımlı olmak onun özgürlüğünü o sınırların dışına çıkarmıştı. Daha uzaklara...
Belki de geleceğe...
Kimse kimseye fazlasını sormadı ve de fazlasını söylemedi. Söz güzeli çoban kılığına girip saçlarını şapkanın altına gizlediğinde çoban çoktan terki diyar etmişti."